Placeholder image

YAŞAR GELER

yasargeler@hotmail.com

Yazarın Tüm Yazıları

COĞRAFYA KADER Mİ, KEDER Mİ?

Coğrafya, yeryüzünü fiziksel, ekonomik, biyolojik, insansal ve siyasal yönlerden inceleyen bilimdir diye tanımlanmaktadır. Yani, bir şekilde de insanların yaşadığı yeri ve yaşam koşullarını ifade eder. O halde insanlar çoğunlukla bir yerde zorunluluktan ikamet etmek durumundadır. Yine zorunluluktan ekonomik, siyasal ve sosyal yönden de umduklarını değil bulduklarını yaşamak zorunluluğunda olurlar.

     Kader, insanların önceden çizilmiş olan yaşam koşullarının varlığını ifade eder. Yani bir insanın kaderi nasıl yazılmış ise, o şekilde yaşamak durumundadır. Kaderi insanlar yaşar ama nasıl yaşayacakları konusunda ön bilgileri yoktur. Sadece yaşadıkları ile bilgilenmiş olurlar.

     Keder ise, hiçbir şekilde önlenemeyen doğal yaşam olaylarının varlığı ile birlikte yaşandığında ortaya çıkan üzüntü ve acı verici olaylar bütünüdür diyebiliriz. Bu durumun sadece insanlar için olduğu değil bence yaşayan tüm canlılar için olan bir olgu olduğunu düşünüyorum. İnsanlar açısından baktığımızda da yaşamı süresince keder duymayan ve bu duyguyu yaşamayan hiçbir insan yoktur.

     Şimdi bu kavramsal bilgileri açıkladıktan sonra coğrafya, kader ve keder sözcüklerinin ilişkisini inceleyelim. Bana göre coğrafya hem kader hem de kederdir. Coğrafyanın kader önceliğini açıklamaya çalışayım. Herhangi bir coğrafyada yaşayan insanların orada olmaları kaderdir. Çünkü, bir canlının dünyaya gelmek istediği anda coğrafya değiştirme gibi bir durumları söz konusu değildir. O kişi, o coğrafyada hayata merhaba dediği için artık kaderinin kurbanı olmuştur. Kaderini değiştirebilme şansı asla yoktur ve olamaz da. Çünkü hala nerede ve neden olduğu konusunda bir fikri yoktur. Bunu anlayabilme zamanı en fazla üniversite düzeyinde gerçekleşir ki ancak o süreçte sosyal ve ekonomik özgürlüğüne giden yola çıkmış olacaktır. Yani belki de kaderini değiştirebilme evresini gerçekleştirecektir. Tam da bu nedenle diyoruz ki coğrafya kaderdir. 

     Şimdi de coğrafyanın keder olması konusunu anlamaya çalışalım. Coğrafya belki her yerde değil ama özellikle gelişmekte, az gelişmiş ve orta gelir düzeyine ermemiş sanayi ve teknolojinin girmemiş olduğu yerlerde de kedere dönüşmektedir. Çünkü, bu coğrafyada yaşayan insanlar sadece var olanla yetinebilme, özellikle kendi ürettiklerini tüketebilme, iş olanakları olmayan, coğrafyanın amansız doğal ve zorlu koşullarıyla mücadele edebilme durumundadırlar. Bir Anadolu atasözünde -kendi göbeğini kendin keseceksin- denildiği gibi çoğunlukla işlerini kendi beceri ve emekleriyle görmeye çalışlar. Örneğin, Anadolu’nun birçok yerinde hala yol, su, kanalizasyon, doğalgaz vb. sorunlarını bildiğimizde bu coğrafyanın keder olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş olmuyor muyuz?

     O halde şunu söylemenin yanlış olmayacağını düşünüyorum: Coğrafya, kader ve keder sözcükleri sözcük olmaktan çok biri birini tamamlayan üç kavramın kesişme noktasıdır diyebiliriz. Demek ki yazının tamamını incelediğimizde ortaya şu sonuç çıkmaktadır. Coğrafyanın ve o coğrafyada yaşayan insanların varlığı kader ve kaderleri içerisinde yaşadıklarının da kederden başka bir şey olmadığını anlıyoruz. Bu durumunda özellikle Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde bu coğrafyalar dışında ise, Ege’nin, Akdeniz’in ve Karadeniz’in kırsal kesimlerinde oldukça etkili yaşandığını hatta sanayileşmiş bölgelerde de işsiz, aşsız insanların bu sanayileşmenin nimetlerinden yararlanamayan toplulukları oluşturduklarını bilmekteyiz.

     Sonuç olarak, insanlar istemeyerek bir coğrafyada doğarlar, çoğunlukla da orada kaderlerini kederle yaşarlar.